LÜKS MARKALARDA ÇALIŞAN KALİFİYE(siz) PERSONEL
23 Mart 2019MÜCEVHER SEKTÖRÜNDE EKİP NASIL KURULUR?
23 Mart 2019Havasından mı suyundan mı bilemiyorum ama ülkemize gelen yabancı firmalar-markalar olsun, bizim markalarımız-firmalarımız olsun anlam verilemeyen bir havaya bürünüyorlar.
Dünya markaları burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Pazar araştırması yapmadan, Türk tüketici davranışlarını incelemeden pazara bodoslama giriyorlar. Sonra da mücevher sektöründen nasıl birer birer çekildiklerine şahit oluyoruz.
Sadece dünya devleri mi? Tabii ki değil. Bizim de güzide markalarımız egoya kapılıp havalanmaya başladıkları andan itibaren sallanmaya başlıyorlar.
Biraz palazlanmaya başlayan bir marka ya da firmanın üst yönetimiyle bir araya gelinip sohbet edilirken, neredeyse hepsinin kendilerini lider marka olarak görmesi ve kısa süre içinde de “Dünya Markası” olacaklarını üstüne basa basa iddia etmeleri karşısında diyecek bir söz bulamıyorum.
Akıl tutulmasını yaşıyor filan oluyorum.
Ülkemizde bir firma yurt dışına ihracat yapıyorsa ve işleri iyiyse, liderliğini ilân edip, kendisini kolaylıkla dünya markası olarak adlandırabiliyor.
Bir diğeri Arap şeyhlerine ağır mücevherler yapıp, satabildiği için, kendisini kolaylıkla dünya markası olarak adlandırabiliyor. Diğeri, Amerika’da mağaza açmış olup kendisini dünya markası olarak adlandırabiliyor. Egolar sınır dinlemiyor!
Yakın tarihte, İstanbul’un en popüler bir alışveriş merkezinde mağaza açıp da sadece orada yaptığı yüksek cirolarla ve sadece bir mağazası ile dünya markası olacağını iddia eden firma sahibi tanıdım.
Ne olduysa kısa süre içerisinde mağazasını kapatmak zorunda kaldı.
Esamesi okunmadı! Bir ara, 25 yılda 1000 mağaza açacağını iddia eden bir marka vardı.
Buna göre her yıl 40, her ay 3 mağaza açması gerekirdi. Karikatür kahramanları gibi.
Gerçi yurt dışından ülkemize gelip de yüksek egolarından nasiplerini alan markalar/firmalar da olmadı değil. Dünya markasıyız, biz bu işi daha iyi biliriz diyen firmalar, mağazalarını kısa ve orta vadede kapatıp gittiler. Bu durumlarla ilgili yaptığım araştırmalar sürecinde yurt dışından bir kitap getirtmiştim.
Tercüme ettirdim. Kitabın konusu patronların ve markaların egolarıyıdı. Dikkat çekici gözlemler ve tespitler vardı. Defalarca okuduğum nadir kitaplardan biridir.
Kitapta yer alan dikkat çekiçi tespitler içerisinde, egosal davranışların halen işverenler ve üst yönetimde yer alan kitlelerde var olmuş olmasıydı. Sanki kitabın yazarı, onları birebir tanıyormuş gibiydi. Verilen bir örnekte, bir iş yerinde patron üst düzey yönetici alıyor. Patron erkek. Üst düzey yönetici de erkek.
Üst düzey yönetici patronun çalışanlarıyla senelerdir kuramadığı diyaloğu kuruyor.
Çalışanlar üst düzey yöneticiye derin bir saygı duymaya başlıyorlar.
Üst düzey yönetici patronun kuramadığı çalışma sistemlerini kuruyor.
Ekip çalışmasını hayata geçiriyor. Yaratıcı fikirler havalarda uçuşuyor. Herkes uyumlu ve keyifli çalışıyor.
Yönetici, kıyafetine çok dikkat eden biri. Havalı ve renkleri uyumlu kıyafetler giyiyor. Katıldığı etkinliklerde dikkat çekiyor. Bir müddet sonra patron bir anda arka planda kaldığı hissine kapılıyor. Hırslanmaya başlıyor. Yöneticinin varlığı rahatsızlık vermeye başlıyor. Başarısızlıkla suçlayabilecek bir durum yok. Yönetici yaptığı işlerde başarılı. Patronun şirketindeki kriter de ne yazık ki başarı değil.
Egolar ağır basıyor.
Patron; bu adamın parasını ben veriyorum, benim maaşlı, aylıklı çalışanım ama benden daha karizmatik, daha etkili yönetici, insanlar ona daha çok güveniyor, eğitemediğimiz insanları eğitiyor, işe aldığı insanlar iyi çıkıyor, onun bir dediği iki edilmiyor, ekip daha bir heyecanlı çalışıyor.
Bu olumlu durumlar patronu rahatsız ediyor ve yok diyor. Ben bu adamla devam edemem.
Ve üst yöneticiyi bir dalavere ile bir müddet sonra işinden ettirtir.
Referans mektubunu da verir ama hırsı geçmez. Üst yöneticinin arkasından da çevresindekilere demediğini bırakmaz. İftiralarında sınır yoktur. “EGO”
Üst düzey yöneticinin şirketine kazandırdıklarını değerlendirmeye almaz. Almak da istemez.
Ben patronum der ve kendisine rahatsızlık vermeyecek kişilerle çalışır. Eğitim vermem için mücevher firmalarının iş verenleri beni görüşmeye çağırırlar. Giderim. Vereceğim eğitim ile ilgili sunum yaparım. Konu ilerledikçe, patronun “yaa işte sizin verdiğiniz eğitimi ben de veririm de, ama nedense çalışanlar başka birinin sesini duymak istiyor.” demesi karşısında şaşırmam.
O kitapta bunlardan çok örnekler var. Profiller aynı.
Verdiğim eğitimin içeriklerini, hangi konuları anlattığımı bilmeden nasıl vardınız bu kanıya diye sorduğumda ise cevaplar geçiştiriliyor. Bu durumlarla sıkça karşılaşınca bu defa ben de ego yapmaya başladım. Eğitimlerimi her isteyen firmaya vermiyorum. Gün yüzü görmemiş bilgileri hak edecek firma ya da kişilere özel bir program dahilinde veriyorum. Eğitim vereceğim firmaları ben seçiyorum.
Fiyatım da yüksek, egolarım da..!
Yönetim piramidinin en tepesinde nokta kadar olan yerdeki işveren ego yapınca, balık baştan kokar misali aşağı basamaklara kadar bu hastalık yayılıyor. “…Dünya markasıyız bizz…” havasından geçilmiyor.
Hedeflere ulaşılamayınca da bahanelerin arkasına sığınılıp, vizyonlar ve hedefler yeniden belirlenip gidişata göre uyarlanıyor.
Ayakları toprağa, en yakın kara parçasına basalım.