MÜCEVHER SEKTÖRÜNDE KURUMSALLAŞAMAMAK
22 Mart 2019PIRLANTANIN RENGİ NEDEN “D” den BAŞLAR?
22 Mart 2019Bir yönetici..
Yurt dışından yeni gelmiş ve dünya markası bir firmada yöneticilik yapmış.
Türkiye’ye döndüğünde de daha önceki yıllarda çalışmış olduğu ve vizyonunda dünya markası hedefi yer alan markada çalışmaya başlamış. Yurt dışı tecrübesinin olmasından dolayı farklı fikirleri hayata geçirme amacı varmış. Kararlı ve heyecanlıymış. Çalıştığı marka için sadece satışta faydalı olabilmeyi hedeflememiş. Sürekli yaratıcı fikirleri kovalayan, araştıran biriymiş. Dolayısıyla yurt dışı organizasyonlar çalışma hayatı boyunca cazip gelmiş.
Çalışmaya başladığı marka da, Türkiye’nin en saygın markasıymış ve “Dünya Markası” olma hedefi varmış. Sık sık bünye içindeki toplantılarda bu konu dile getirilir ve personelin motivasyonuna katkı sağlanması amaçlanırmış.
Önceden çalıştığı firmalarda edindiği tecrübelere rağmen, çalışmakta olduğu firmanın zaman zaman stratejik hataları yaptığına şahit olsa da, mutlaka şirket sahiplerinin ve üst düzey yöneticilerin bildikleri şeyler vardır diye düşünüp fikirlerini söylemekten vazgeçermiş. Çünkü, yıllar öncesinde aynı firmada çalıştığı zamanda da yönetime ilettiği yeni fikirler hep tozlu raflara kaldırılmış. O zamanlarda sadece satış elemanıymış. Satış elemanı olmasına rağmen, şirket içi sunduğu öneri ve fikirler için teşekkür mektubu almış.
Sorunları gören, çözümünü bulan ve başarı kazanan bir satış elemanı olarak görevine devam ederken beklentilerini biraz daha yukarı çekmeye başlamış. Daha yenilikçi fikirler sunmuş. Ama ne yazıktır ki, hep duvara toslamış.
Bu toslamalar neticesinde zamanla demotive olmuş ve artık şirkete faydalı olamayacağı kanısına varıp, sadece maaşını düzenli alan devlet memuru gibi hissetmeye başlamış. Yapısına ters bir durummuş. Statükocu olamamış. Yıllardır aynı düzende çalışıp da o sistemin bir parçası olmayı hiçbir zaman hedeflememiş. Ve, şirketten ayrılıp yurt dışından gelen cazip teklifi kabul etmiş. Yurt dışına gitmiş.
Yıllar geçtikten sonra ailevi nedenlerden dolayı Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmış ve ayrılık yaşadığı aynı markada işe başlamış. Bu sefer de hevesli ve heyecanlıymış çünkü işe başladığı eski şirketi yurt dışında mağaza açmış ve dünya markası olma yolunda küçük ama büyük adımı atmış.
Kısa süre sonra mağaza müdürü görevini vermişler. Çok mutluymuş. Çünkü yöneticilik görevinde, satış uygulamaları plânlamalarını yapabilecek, üst yönetime sunabilecekti. Yeni fikirleri sunma ve kabul ettirme ihtimali daha da kuvvetlenmişti.
–Ya da o öyle görüyordu.-
Yurt dışında çalıştığı markalarda yöneticilik yapmış ve satışlarda istenilen hedeflere ulaşılmasını sağlamıştı. Uyguladığı yenilikler ve müşteri memnuniyeti uygulamalarıyla da müşteri portföyünde artış gerçekleştirmişti.
Şimdi ise Türk tüketicilerin davranışlarını daha yakından bildiği için avantajları vardı.
Önce kendini ispat et sonra taleplerini ilet mantığı her şirkette yer alan bir kavramdır. Bunun bilincinde olup, geçen yıllara göre satışların artışını sağlamış. Dikkat çekmeye başlamış. Mağazanın çekiciliği ile ilgili uygulamaların başlatılması için taleplerde bulunmuş. Boyası ve dekoru eskimiş olan mağazanın içerisinde görsel boşluklar da varmış. Bunlarla ilgili yapılabilecekleri üst yönetime sunup, olumlu yanıt almış. İstekleri yerine getirilmiş. İlk etap yapılan değişiklikler başarılı olmuş ve daimi müşterilerinin de dikkatini çekmiş.
Markanın sahibi mağazalarını sıkça gezmezmiş. Şirketin kurumsal bir yapısı varmış. Genelde mağazalar koordinatörü mağaza ziyaretlerini gerçekleştirirmiş. Sunduğu fikirlerin dikkat çektiğini düşünerek marka sahibinin ziyaretlerinin fazlalaşması hoşuna gitmiş. İlgi her zaman insanlara pozitif enerji verir. Motivasyonu ve şevki arttırır.
Mağazanın konumu cadde üzerinde biraz geri plandaymış. Kolay fark edilmiyordu. Girişi yıpranmıştı. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için mağaza dışı görselleri için talepte bulunmuş. Hazırladığı sunumu iletmiş ve geri dönüş sürecini beklemiş. Hem enteresan ve hem de hiç beklemediği bir durumla karşılaşmış. Dış cephe ve mağazanın bulunduğu konumla ilgili çevre düzenlemesi çalışması hakkında yanıt beklerken, markanın sahibinin bir gün mağazaya gelip kendisiyle sohbet ederken söylediği cümleler rahatsızlık vermiş.
“…Sen güzel şeyler hazırlıyorsun. Emek de veriyorsun. Güzel de. Ben senin yerinde olsam. Bu mağazanın müdürü olsam. Elime temizlik eldivenini takar, kollarımı sıvar, ceketimi çıkarır, geniş saksılardaki, mağazanın önünde yer alan merdivenlerdeki sigara izmaritlerini, atılan plastik bardakları temizlerdim. Bunun da sürekliliğini takip ederdim…”
Marka sahibi bunları söylerken ciddi mi değil mi diye dikkatlice dinlemiş.
Ses tonu dahil olmak üzere bütün vücut hareketlerinin ciddi olduğunu anlamış. Yine de ihtimale bırakmamak için “Ciddi misiniz?” diye sormuş. “Gayet ciddiyim.” cevabını alınca aklıda yer alan her bir fikri, her bir isteği çöpe atmış. Sohbetleri kısa sürmüş. Marka sahibinin sadece bunları söylemeye gelmiş olduğunu anlamış. Afallamış.
Sonraki günlerde kendisine söylenenleri kelimesi kelimesine analiz etmiş. Neden böyle bir şeyin söyleme ihtiyacını duymuş olabilirdi ki? Üst yönetimden biri söylemiş olsa, kendisine taktı, yükselmem istenmiyor diye düşünülebilir demiş kendi kendine. Ama, o sözleri sarf eden şirketin sahibi olunca, anlam verememiş.
Dünya markası olma hedefi ve vizyonu olan bir marka sahibinin mağaza müdürüne verdiği anlamsız tavsiye. Bu anlamsız tavsiyeye maruz kalan yöneticinin neler hissettiğini yazıya dökelim desek sanırım bu konu hakkında el kitabı yazılır.
Hem insan, hem de yönetici olarak neler hissetmiş?
Ertesi gün işe gelip mağazayı açtığında mağazaya göz gezdirmiş. Mağaza içinde yapılan değişikliklere bakmış. Müşterilerin söyledikleri olumlu sözler kulağında çınlamış. Mağazanın iç çehresinin nasıl değiştiğine bakmış. Defalarca. Ofise inmiş. Koltuğuna oturmuş. Bu mağaza bana emanet edilmişti. Her şeyiyle diye düşünmüş!
Sadece satış yapıp, akşam ürünleri toplayıp, sayımı yapıp, ürünleri kasaya koyup, her akşam satış raporunu doldurup merkeze faks çekmek miydi asıl görevleri. Neden iş geliştirme eğiliminde olan bir yöneticinin hevesi, firma sahibi tarafından boğazına tıkanırdı ki? Amaç ne olabilirdi?
O gün marka sahibinin şahsi sorunları olmuş olabilir. Bu durum profesyonel iş hayatını ilgilendirmez. Alınan o sükseli eğitimlerde “iş yerinin girişi bir çizgidir ve o çizgiyi geçtiğinizde bütün sorunlarınızı dışarıda bırakıp içeri girersiniz ve işinize konsantre olursunuz.” denilmemiş miydi? Bu sadece çalışan için mi geçerliydi? İş verenlerin aldıkları eğitimlerde daha mı farklı şeyler söyleniyordu ya da eğitim alıyorlar mıydı?
Bunları detaylıca aklından geçirmiş fakat net bir sonuca varamamış. Bir müddet bununla işine devam etmeyi öğrenmeye çalışmış.
Doğal olarak ilk tepkisi, ekstra bir şey yapmamak olmuş. Sadece senden istenileni yap. Nedir o? Satışını yap, mağaza ve mağazadaki ürünlere sahip çık. Mağazanı tam vaktinde aç ve kapanışı vaktinde yap. Nereye kadar? Nereye kadar diye aklından geçirirken, açacaksın telefonu “sen nasıl bir patronsun da senin şirketine bir şeyler katmaya çalışan, senin şirketin için beyin yoran yöneticine kifayetsiz şekilde mıntıka temizliği aklını verirsin. Bütün moralini ve iş hevesini hiç edersin. Bu mu senin vizyonun…” gibi daha onlarca içinden geçen duygusunu söyleyip telefonu suratına kapatıp işine devam edebilme demokrasisini elde edebilme hayaliyle kendi kendine aklında senaryolar kurmuş.
İşe devam tabii ki. Ama nasıl..?
Fikir üretmekten ziyade şeytanın avukatlığını yapmaya başlama kararı almış. Her çalışanda olan benzer duygularla. Gerçi çıtaları yüksek olan firmalar şeytanın avukatlığını üstlenmiş yöneticilerine özen gösterirler, onların söylediklerini kompleks yapmazlar. Değerlendirirler.
Dolayısıyla avukatlık görevi dozajında yapılır. Şirketin olumsuzluklarını, açıklarını, yapılan yanlışları, eksiklikleri birer birer zamanı ve yeri gelince söylenmeye başlanır. O zamanın gelmesi kollanır. Performans, enerji o konulara akıp gider.
Bir sonraki mağazalar toplantısında firma sahibi orada olmasa da, vekâleten bulunan mağazalar koordinatörüne sarmaya çalışılır. Şeytanın avukatlığına başlandığında bir de bakılır ki, yalnız değilsiniz. Her mağazanın çalışanından benzer sesler yükseliyor. Çoğunluk, şeytanın avukatı cübbesini giymiş de gelmiş. Bu durum rahatsızlık verir ve kenara çekilip susar, konuşmaları ve konuşmacıların hal ve hareketlerini izler. Görüntüler itici gelir. Ben böyle olamam der. Toplantı amaçsız ve sonuçsuz sona eriyor.
Geçen günler boyunca düşünür. Ben ne yapmalıyım? Şirket benden ne istiyor? Sadece satış ve ürünlere, paraya sahip çıkmamı mı? Muhasebeci formatında yönetici adayı çok. Benim vizyonum sadece bunları içermiyor der.
Yol nereye varır? Ayrılma noktasına..
Bu deveyi güdeceksin felsefesi yerine ve zamanına göredir. Onun karakterine göre pek değildir. Pasifize olacaksa neden çeksin bu eziyeti. Büyük ihtimalle şirkette kalıp devam etse bir müddet sonra birilerinin ayağı kayması, istifa etmesi ya da makamda boşluk olması neticesinde üs yönetici olma ihtimali de çok yüksektir. Onu bekleyenleri de gördüğünü anımsar. Ama ben “o” değilim!
Ufaktan iş araştırma operasyonu başlar. Görüşmeler yapar. Anlaşmaların şartları filan derken kopma aşamasına gelir. Üst yönetime mail ve telefonla işten ayrılacağını bildirdiği zaman, üst yönetimin gösterdiği samimi telaş yüzünden şirketin değer verdiği bir parçası olarak da görülmüş olması da, yemeğin son damak lezzetini verir.
Son aşama konuşmaları yapılır. Hedeflerimiz vardı, senden memnunuz denilir üst yönetim tarafından. Maaşta ayarlama yapalım teklifi gelir. Bu konuşmalar yapılırken şirketin çalışanlarıyla ilgili kişilik ve karakteristik özelliklerinden bir haber olduğu sonucu ortaya çıkar.
Motto’nun şu olduğunu görür: Kılığınıza kıyafetinize dikkat edin ve sadece satış yapın, satış!
Ayrılık faslı yaşanır. Sevenler sevmeyenler arar. Şirket içi memorandum yayınlanır. Her çalışan haberdar edilir. Ama ayrılma nedeni bilinmez. Bu ayrılma nedeni ileriki bir zamanda başka başarılı bir çalışanın ya çalışanların ayrılma nedeni olursa? Bunun üzerine kalıcı sorun çözücü bir çalışma yapılmaz. Ne de olsa “Biz Markayız!” olgusu vardır.
Ayrılışının üzerinden kısa bir süre sonra kendisine mıntıka temizliği yapmasını öneren marka sahibinin, başka bir mağaza müdürüne, onun hakkında “yaramaz adam” demiş olması kararının ne kadar yerinde olduğunu gösterir. Bir marka sahibinin işten ayrılan yöneticisi hakkında başka bir yöneticiye söylediği talihsiz kelam…
O marka halen daha bilinir bir marka. Ama bir dünya markası olarak değil. Dünya markası olabilme ihtimali olacak olan satış noktasını da geçtiğimiz yıllarda hatırı sayılır bir rakama gerçek bir dünya markasına devretmişler.
Rakipler analiz edilmemiş, rekabet stratejileri uygulanmamış, yıllardır reklam bombardımanı yapılmamış ve markan değerini yitirmeye başlamış. Marka kibrine yenik düşülmüş. Değerli ekip üyelerini zamanla kaybetmeye başlamışlar. Her giden ekip üyesi oraya enerji veren bir değeri alıp götürmüş. Bunlar önceden analiz edilmemiş.
Dünya markası olma vizyonu ve bahçe mıntıka temizleme vizyonu gibi iki tezat kavram nasıl bir araya gelip, bir oluşumu ileriyi götürebilir ki…
Sonuçta, faydalı olabilecek yöneticinin marka bünyesinden ayrılmasına neden olunur.